Əlif Şəfəq. Rənglərdən qara

Elif Şafak


RENKLERDEN SİYAH

NASIL bir şey İstanbul'da siyah olmak? Farklı olmak? Yabancı olmak?
Az olmak? Azınlıkta olmak? Ayrıcalıksız olmak?

Kudretli bir rüzgârda dalına tutunmaya çalışan bir meyve tanesi gibi savunmasız, tek başına... Festus Okey bugün hayatta olsaydı anlatırdı bize, anlatırdı muhtemelen. Şayet 20 Ağustos 2007'de gözaltında can vermeseydi. Sağlam ve sağlıklı olarak girdiği binadan ölüsü çıkmasaydı...

Nasıl bir şey sokakta, vapurda, dolmuşta, otobüste, süpermarketlerde, kamu binalarında derinin renginden, yani sırf görünüşünden dolayı anında dikkat çekmek, kimi meraklı kimi önyargılı çeşitli bakışlara maruz kalmak?

Geceleri yolda yürürken seni hiç tanımayan insanlar tarafından "ayaklı tehdit" gibi algılanmak? "Potansiyel sabıkalı ve suça meyyal" gözüyle bakılmak?

Devriye gezen polislerden mahalle bakkalına, yanından geçen yayalardan apartmanındaki kapıcıya kadar nice insanın dışlayıcı tutumlarına hedef olmak? Umursamamaya çalışmak? İnsanların kırıcılıklarına kırılmamayı öğrenmek? Nasıl bir şey annelerin çocuklarını çekiştirerek "Bak mızıldanmayı kesmezsen öcüye veririm, zenciye veririm" dediklerine tanık olmak?

Gazetelerde köşe yazarları tarafından kullanılan yarı ırkçı söylemleri okumak, afallamak? Uluorta sarf edilen "zenci" lafını duyup da üzerinde durmamak, incinmemeye çalışmak? Farklılıkların hemen göze battığı, vasata uymayanların damgalandığı, bazen de düpedüz yadırgandığı tek renkli ortamlarda ötelenmek, "öteki"leştirilmek?

Nasıl bir şey kendini günde 24 saat, haftada 7 gün boyunca ayrı, ayrıksı hissetmek? Nasıl bir şey İstanbul'u bu kadar sevdiğin halde İstanbul tarafından sevilmemek?
Nasıl ki maddenin üç hali var, ırkçılığın da öyle. Katı hali, sıvı hali, gaz hali....

Irkçılığın katı halini saptamak da, konuşmak da görece kolay. İçinde fiziksel ve sözlü şiddet barındıran her türlü ayrımcılık bu kategoriye girer. Ama ya ırkçılığın diğer halleri? Ya bizim şu saklı önyargılarımız? Bilmeden, idrak etmeden, hatta gayet iyi niyetli yahut masum olduğumuzu zannederek yaptığımız hatalar, kırdığımız potlar, sürdürdüğümüz ayrımcılıklar?

Televizyonlardaki dizileri, filmleri seyrederken, spikerlerimizi dinlerken kaç kez tanık oldunuz "zenci" lafının ileri geri kullanılışına? Tarihsel ve siyasi açıdan bu söze yüklenen negatif enerjinin bile farkında değiliz. Bırakın bakışlarımızın, tutumlarımızın, kök salmış klişelerin farkında olmayı.

***

Festus Okey'in ailesine, dostlarına, sevenlerine başsağlığı diliyorum. Onun ölümüne sebep olduğu iddia edilen polis memuru Cengiz Yıldız, dört sene iki ay ceza aldı.
Mahkemedeki sözleri hayli düşündürücü. Diyor ki, "Kurumumun bazı eksiklikleri nedeniyle bu acı olayı yaşamak durumunda kaldım ve hayatım boyunca da bunun vicdan azabını çekeceğim". Dava görüldü, cezalar verildi. Peki hakikaten bu dosya kapandı mı?

Irkçılığın sıvı ve gaz hallerini konuşmak çok daha zor. Gündelik dilde yerleşmiş, adeta kanıksanmış bir ayrıcalık söylemidir devam etmekte. Değişmesi en zor olan "sıradan vatandaşın sıradan ırkçılıkları"... Hayatın akışına serpiştirilen o irili ufaklı, şakayla karışık, yeri geldi mi "Canım ne var bunda büyütecek?" diye savunduğumuz ayrımcılıklar...

Tam da bu noktada Festus Okey'in ailesinin avukatı Alptekin Ocak, önemli bir noktaya işaret ediyor: "...Cengiz Yıldız, savcılık ifadesinde 'Siyahi ve doğudan gelen vatandaşlar, suçlular arasında daha dikkat çekiyor' demişti. Bunun bu şekilde söylenmesi çok ırkçı ve ayrımcı bir tutum olduğunu göstermektedir." Ocak, temyize gideceklerini de ekliyor: "İnsan hakları için, ayrımcılığın sona ermesi için bu davanın takipçisi olmaya devam edeceğiz."

İnsan hakları ve toplumsal adalet için hepimizin yapabileceği şeyler var. Kendi küçük ve saklı ve "masum" ırkçılıklarımızın farkına varmak mesela. Yaşamlarımızın içine sinen o görünmez, o ilk bakışta fark edilmez ayrımcılıkları bir bir görebilmek. Ve değişmek. Uyanmak. Daha duyarlı olmak için çaba sarf etmek. Çünkü kendiliğinden gelen bilinç yoktur. Emeksiz bilinçlenme olmadığı gibi.
İnsanlar değişir, ilerler. Toplumlar da. Cehalet ve husumet ve nefret söyleminin körleştirdiği gözler bile zamanla açılır, açılabilir. Yeter ki anlayalım, yeter ki bir soralım kendimize: "Sahi nasıl bir şey Türkiye'de siyah olmak?".

www.haberturk.com